23 Temmuz 2016

Surrogates - Suretler


2005 – 2006 yılları arasında yayımlanan The Surrogates adlı grafik romandan sinemaya uyarlanan Surrogates (Suretler), vizyona girdiğinde kimseyi tatmin edememiş bir bilimkurgu filmi. U-571 ve Terminator 3: Rise of the Machine ile tanıdığımız Jonathan Mostow’un yönetmen koltuğunda oturduğu film, her ne kadar eleştirilerin odağı olsa da kurduğu dünya ile ilgiyi hak ediyor.

Teknolojik ilerlemenin yaşam şeklimizi değiştirdiği, hayatın bizler için daha kolay ve daha hızlı (ulaşım-iletişim) yaşanabilir hale geldiği ama aynı zamanda birer teknoloji bağımlısına dönüştürüldüğümüz bir çağda yaşıyoruz. Elektriğimiz kesildiğinde veya internet bağlantımız koptuğunda ne yapacağımız şaşırıyoruz. Modern insanın ayrılmaz bir parçası olan teknoloji onu tembelleştiriyor ve hareketsiz bırakıyor. Bu durum, “Gelecekte insanoğlunu neler bekliyor?”, “Nereye doğru gidiyoruz?” gibi soruları akla getiriyor ve bu sorular da bilimkurgunun alanına girerek türün ana hatlarını çiziyor. 

Bilimkurgu sinemasına 80’lerde giren sanal gerçeklik olgusu, The Matrix ile zirvesini gördü ve 2000’li yıllarda yeni temsiller verdi. İnsanın, kablolar aracılığıyla bilgisayara bağlandığı ve sanal dünyada kendisi için bir tür rüya âlemi, yeni bir gerçeklik yarattığı filmlere Surrogates de katıldı. Hayatın gerçekliğinden kaçmaya ve kopmaya başladığımız günümüzde teknolojiyle kurduğumuz ilişkinin nerelere varabileceği üzerine ilginç fikirler üreten birçok bilimkurgu izledik. Surrogates de onlardan biri…

Mostow’un filmi, tam olarak yeni bir şey söylememesine rağmen yenilikçi fikirlere sahip. Öncelikle insan suretindeki robot düşüncesi yapay zekâ kapsamı içinde ele alınmıyor ve sanal gerçeklik olgusuna hizmet ediyor. I, Robot’ta robotların günlük hayatta insanların yardımcısı olması ve birçok alanda insanın yerini alması fikri, burada insanların günlük aktiviteleri ve işlerini görmesi için robotları bizzat kontrol ederek hayata dâhil olması biçiminde karşımıza çıkıyor. Surrogates’de insanoğlunun yüksek teknoloji ürünü robotlarına -avatarlarına- bağlanarak toplum içine karışmadan toplumun bir parçası olabilmeleri ana fikri üzerinden yürüyen bir dünya tasviri var. Avatarınız sayesinde daha genç ve güzel görünebilmekte, hayatın tehlikelerinden uzak stressiz bir yaşam sürebilmektesiniz. Caddelerde neredeyse tamamı insan suretindeki robotlardan oluşan toplulukları bir düşünün. İnsanoğlunun kendisini dört duvar arasına hapsettiği bir yaşam biçiminden söz ediyoruz. Teknoloji bağımlılığımızın, insanı insan yapan değerleri ve aile bağlarını yok ettiğini dile getiren Mostow’un, ne yazık ki elle tutulur bir eleştirel tavır takındığını söyleyemeyiz.

İki FBI ajanının -Ajan Greer ve Ajan Peter- bir üniversite öğrencisinin gizemli şekilde öldürülmesi dosyasını araştırmasıyla başlayan film, davanın derinleşmesiyle sistemin sorgulandığı bir noktaya doğru gidiyor. Mostow’un klasik bir bilimkurgu/aksiyon çekme arzusu, makine-insan savaşına alan açılan sahnelerde yönetmenin amacına belli oranda ulaşmasını sağlıyor. Ancak hangi açıdan bakarsak bakalım Surrogates, tatmin edici bir film değil. Mostow, Terminator serisinin üçüncü filminde edindiği tecrübeye rağmen filmi ortalamanın üzerine çıkarmayı başaramamış. Bana kalırsa senaryo engeline takılmış. Mostow’un elinde kötü yazılmış iyi bir hikâye var. Bu hikâyenin neden 80 dakikaya sıkıştırılarak anlatıldığını da anlamak güç. Filmin sanal gerçeklik olgusu etrafında kurgulanan dünyasının içi yeterince doldurulamamış. Karakterlere baktığımızda hem ana hem de yan karakterlerin zayıflığının filmi aşağı çektiğini net bir şekilde görüyoruz. Bruce Willis’in hayat verdiği Ajan Greer karakterinin eşiyle iletişim kuramaması ve geçmişe duyduğu özlem iyi işlenememiş. Dolayısıyla da Surrogates’in dramatik yapısı son derece zayıf kalmış.