21 Kasım 2015

Pitof - Jean Christophe Grange A. Ş. Sunar: Vidocq


Memoirs of Vidocq adlı anı kitaplarıyla polisiye edebiyatın gelişiminde ciddi bir katkısı olan ve tarihteki ilk dedektiflik bürosunu açan Eugene François Vidocq’un hayatı çeşitli film ve dizilere konu oldu ama bu önemli şahsiyet hiçbir zaman popüler bir figüre dönüşmedi. 2001’de görsel efektler konusunda uzman bir isim olan Pitof, korku edebiyatının son dönemde parlak işlerle adından söz ettiren yazarlarından Jean-Christophe Grange ile birlikte senaryosunu yazdığı Vidocq’un kamera arkasına da geçti. İlk yönetmenlik denemesini gerçekleştiren Pitof, sinema tarihinin tamamı dijital çekilmiş ilk filmine imza attı. Dedektif Vidocq rolünde Fransız sinemasının dev oyuncularından Gerard Depardieu’yu izlediğimiz film, vizyona girdiğinde ortalama tepkiler almıştı.

Baştan söyleyelim Vidocq, biyografik bir film değil. Pitof, Vidocq’u tamamen kurgusal bir dünyanın içine yerleştiriyor. Elbette bunu yaparken onu kendi dünyasının dışına çıkarmıyor. Zaman ve mekân Vidocq’un hayatının bir parçası, olaylar ise alabildiğine kurgusal. Polisiye, korku ve fanteziyle iç içe geçirilerek ilginç bir tür kırması ortaya çıkarılıyor. Bilmeyenler için filmin hikâyesinden bahsedelim biraz. 1830’un Paris’indeyiz. Sokaklarda esrarı çözülemeyen cinayetler işlenmektedir. Aynadan bir maske takan ve kurbanlarının ruhlarını çalan bir katilin sokaklarda gezindiği söylentileri ortalıkta dolaşmaktadır. Dedektif Vidocq, bu olayı araştırmaya başlar ve Simyacı adı verilen katili enselemek üzereyken ölür. Bunun üzerine genç bir gazeteci Etienne olayı araştırmaya koyulur.

Korku sinemasın maskeli seri katil külliyatına bir yenisini daha ekliyor Vidocq. Freddy Krueger, Jason Voorhees ve Michael Myers gibi maske takan doğaüstüne meyleden seri katilleri örnek alan Simyacı’nın farkı gücünü bilimden alması diyebiliriz. Yüzüne geçirdiği cam maske ile kurbanlarının ruhlarını çalıyor Simyacı. Kapkara pelerini ve maskesiyle de Paris sokaklarına korku salıyor. Evet bilimden faydalanan ama bakire kanı kullanmak gibi batıl inançları da olan bir seri katil kendisi. Pitof, hikâyeyi flashback sahneleriyle sürdüren ve bu şekilde filmin ivme kazanmasını umduğu bir anlatım yeğliyor. Finaldeki sürprizle taşlar yerine oturtuluyor ve o sürprizin hikâyenin bel kemiğini oluşturduğunu da söylememiz gerekiyor. İşte bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor. Maskesi ve peleriniyle oldukça gizemli ve korkutucu bir seri katil portresi çiziliyor ama sürpriz açıklandığında yerini koskoca bir hayal kırıklığına bırakıyor. Bu konuda daha fazla detay vermeyelim.

Vidocq, daha çok sanat yönetimi ve görselliğiyle hafızalarda yer edebilecek bir film. Tamamının dijital kamerayla çekilmesinin bir handikaba dönüşmesini saymazsak, başarılı efektleri ve kurduğu görsel dünya fazlasıyla ilgiye değer. Dönemin Paris’inin boğucu, kaotik bir yer olarak tasvir edilmesi türün bir gereği. Filmi izlenebilir kılan unsurların başında da atmosferi geliyor. Maalesef aynı özenin karakterlere gösterilmemesi Vidocq’un en büyük sorunu denilebilir. Evet, Pitof ve Grange’ın senaryosu kurgusal açıdan belli ölçüde başarılı ama dedektif Vidocq dahil karakterlerin iyi yazılamaması ve filmin Pitof’un ilk yönetmenlik deneyimi olması gibi etkenler Vidocq’un bekleneni verememesine sebep olmuş. Yine de Amerikan sineması anlatısına sahip bir Fransız filmi izlemek, özellikle de melez tür filmlere meraklı olan seyircilere iyi gelecektir. 6\10